İç Asya’ya doğru göçen Uygurlar'ın başında, Vu-hi Tegin’in kardeşi, Ngo-nie Tegin bulunuyordu. Kendisi 13 Uygur kabile birliğinin son “kağan”ı (846-948) kabul edilmektedir. Batıya gelen Uygur kolu, Tanrı Dağları, Beş-balık, Turfan taraflarına yerleşerek, 840’da Kara-Balasagun’da istilacılar eli ile öldürülen Uygur hakanının yeğeni, Mengli’yi “kağan” (Ulug Tangride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge) seçtiler (856). Tibetliler’in hücumuna karşı, nüfuzu altında tutmak istediği bu bölgede, kendisine bir dost arayan Çin, bu Uygur Devleti’ni derhal tanıdı. 873’e doğru “kağan”ın Buku Cin olması muhtemeldir.
T’anglar, ismen de olsa, kendilerine bağlı ve siyasetlerine uygun bir tutum içinde bulunan bu Uygur devletinin, meşru Çin idaresine isyan eden Turfan, Beş-balık askerî valilerini ortadan kaldırarak Hami’ye kadar hakimiyet kurmalarına şüphesiz müdahale etmiyorlardı. Bu suretle, siyasî nüfuzu gittikçe artan ve İç-Asya’nın ticaret yolları üzerinde olması ile de iktisaden gelişen Uygur Devleti, aynı zamanda Manihaizm’in bölgede yayılmasına vasıta oluyordu. Nitekim T’anglar’ın yıkılışı sırasında Tun-huang askeri bölgesini işgal eden Çinli kumandan, muhtar “devlet”ini kurarken “Beyaz elbise giyen Gök-oğlu” lakabını almıştı (Maniheistler beyaz giyiyorlardı). Fakat bilindiği gibi, Kan-çou Uygurları bu muhtar “devlet”e son vermişler (911), bu tarihten itibaren Doğu Türkistan Uygur Devleti de müstakil olmuştu.
Bundan sonra, güneyde Tibet, Batı Türkistan’da Karluk bölgesi ile sınırlı ve başlıca şehirleri Turfan, Kaşgar, Beş-balık, Kuça, Hami (Urumçi) olan ülkelerini müdafaa ile yetinerek sanat, edebiyat ve ticaret sahasında yükselen bu Uygur Devleti ile ilgili siyasi hadiseler hakkında, fazla bilgi görülmüyor. Ancak, 947’de başkentin Hoço (Doğu Türkistan’da Kara-hoca = Kao-Ch’eng) şehri ve yazlık merkezin de Beş-balık (Pei-ting) olduğu ve “Gün Ay Tangride Kut Bulmış, Ulug kut onanmış, alpın, erdemin, il tutmuş Alp Arslan Kutlug Kül Bilge Tangri Han”ın devleti idare ettiği biliniyor. Uygur hükümdarlarına “ıduk-kut” lakabı verilmiş ve başkent Iduk-kut (İdi-kut) şehri diye anılmıştır.
Uygurlar hakkında en ilgi çekici bilgiye, Çin’deki Kuzey Sung imparatoru tarafından, 981’de Kara-hoça’ya elçi olarak gönderilen Wang-ye tö’nün seyahat notlarında tesadüf edilmektedir ki, kültür tarihi bakımından büyük değer taşır.
Doğu Türkistan Uygur Devleti’nde, doğu Uygur kolunda olduğu gibi, Budizm çok yayılmış, hatta Manihaizm’den üstün bir mahiyet almış, bunun yanında Nesturî Hıristiyanlık ve başlangıçta pek az olmak üzere İslamiyet, tesirlerini göstermiştir. Müslüman-Türk Karahanlılar, Kaşgarlı Mahmud’un eserinde (1074) “kâfir” diye bahsedilen Uygurlar’la mücadele ediyor ve Uygur ülkesinde, İslamiyet'i yaymağa çalışıyorlardı. Sonra, İslamiyet, Çin’e Uygurlar vasıtası ile girdiği için, oradaki ilk Müslüman Çinlilere Huei-ho (Uygur) denilmiştir.
Doğu Türkistan Uygur Devleti, 1209’da Cengiz Han’a bağlandığı zaman, o tarihe kadar Kara-Hitaylar’a tabi durumunda olan Iduk-kut Barçuk Art-Tegin bulunuyordu. İslam kaynaklarında daima “Dokuz-oğuz” diye bahsedilen Uygurların hakimiyeti, fiilen sona ermekle beraber, Moğollar tabiiyetinde olarak Uygur sülalesi, İduk-kut unvanı ile, Çin’de Ming devrinin başlarına, son Uygur İdi-kut’u Ho-şang, Ming sülalesi kurucusuna teslim oluncaya kadar (1368) devam ettiği gibi, birçok Uygur, Cengiz Moğolları devletinde yüksek idari vazife almış ve Uygur medeni tesirleri Asya’nın doğusu ve batısında asırlarca hissedilmiştir.
26 Haziran 2007 Salı
23 Haziran 2007 Cumartesi
Tabgaç Devleti (Tabgaçlar)
IV. yüzyıl sonlarına doğru, Kuzey Çin’de, kudretli bir siyasî teşekkül meydana getiren, Çinliler’in T’o-ba dedikleri topluluğu, Türkler, “Tabgaç” diye anmışlardır. Orhun kitabelerinde sık sık adı geçen ve Göktürk yolu ile Bizans kaynaklarına da intikal eden Taugast ( = Tabgaç) kelimesi, “Çin” manasına da alınmıştır. Çünkü Göktürkler’in ilk zamanlarında, Türklerce “büyük” tanınan bu sülale, Çin’de hüküm sürmekte idi.
Aslında Türkçe olup, “ulu, muhterem, saygıdeğer” manâsını ifade eden Tabgaç tabiri, bazı Karahanlı hükümdarları tarafından unvan olarak (Tafgaç, Tamgaç) kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un, Türklerden bir bölük olduğunu kaydettiği Tabgaçlar, Çin yıllıklarına göre Asya Hunları’ndan bir kısımdır. Sülalenin resmî tarihinde (Wei-shu) de Mete Han, eski T’o-ba (Tabgaç) hükümdarı olarak gösterilmiştir.
Ayrıca Tabgaçların örf-adet ve geleneklerinden çoğu; Kurt efsanesi, mağara, dağ, orman kültleri, göç efsanesi vb. Türklerle ilgili bulunduğu gibi, dillerinin de Türkçe olduğunu ortaya koyan deliler vardır: Bitegçin (Bitikçi, kâtip, hariciye nazırı), kapugçin (kapıcı, hacib), atlaçın (atlı, süvari birliği), tabagaçın (yaya, piyade birliği), kurakçın (koruyucu, muhafız kıtaları), yamçın (posta sürücüsü), aşçın (aşçı, matbahçı başı), törü (kanun töre) vb. Çin kaynaklarında geçen bu kelime ve tabirler, aynı zamanda, Tabgaçların devlet idaresi ve ordu kuruluşları hakkında da bilgi verir durumdadır.
Bununla beraber, bu Türk devletinde, oldukça büyük ölçüde, Moğolların da yer aldığı anlaşılıyor. Araştırmalarda, Tabgaçlara bağlı kabilelerden, kimlikleri tespit edilebilenlerin yarısından fazlasının Moğol menşeli olduğu neticesine varılmıştır. Ancak Moğollar, diğer Çinli halk ile birlikte şüphesiz tebaa durumundadır.
Çinli’lerin “Wei” adını verdikleri bu sülalenin kurucusu olarak bilinen Şa-mo Han’dan itibaren, 70 yıl kadar uğraşarak Ta-t’ong bölgesindeki mahalli hükümetçikleri idareleri altına alan Tabgaçların, büyük devlet halinde gelişmesi Kuei zamanında (385-409), verimli topraklara sahip Doğu Çin’in Hsien-pi’lerden (Siyenpi) zapt edilmesi ile (409) olmuştur. Başkenti P’ing-Ç’eng şehri (kuzey Şan-si’de Tai bölgesinde) olan devlet, bir yandan Pekin yakınlarına, bir yandan Huang-ho nehri dirseğinin güneyine kadar uzanmıştı.
Kuzey istikametinde, kudretli bir siyasî teşekkül halinde beliren H’yen-bi’lerin (Hsien-pi) varisi, Moğol menşeli, Juan-Juan’lar yüzünden, ciddî bir genişleme olamıyordu. İki devlet arasında, bazen çok şiddetli mücadele, 150 yıl kadar sürmüştür.
Hükümdar Sseu’den (409-423) sonra, Çin’in başkentleri Lo-yang ve Cha’ang-an’ı (bugün Si-gan-fu) ele geçirerek, hakimiyetini Sarı Irmak bölgesine yayan ve bütün Kuzey Çin’i tek idarede birleştiren büyük hükümdar T’a-o (T’ai-wu) devrinde (424-452), Tabgaç Devleti, en parlak çağını yaşadı.
427’de Hun Hia krallığını alan ve Juan-juan’ları mağlup ederek, bugünkü İç Moğolistan’ı istila eden (436) T’ai-wu, 439’da Kansu’daki son Hun Krallığını (Pei-Liang) ortadan kaldırdıktan sonra, İç Asya’ya yönelerek Karaşar, Kuça şehirlerini himayesine bağladı (448). Böylece, ünlü ipek yolu güzergâhı, tekrar Türk hakimiyetine girmiş oldu. T’ai-wu, Çin askerinin “taydan ve düveden farksız” olduğunu söylüyor ve kendisi “Börü” (= Kurt, Çince şekli Fo-li) lakabını taşıyordu.
İmparatorluk merkezini, Türk hayat şartlarına oldukça uygun gelen bozkır bölgesinde (kuzey Şan-si) tutan T’ai-wu, o sıralarda Çin’de yayılmakta olan Budizm’in, Türkler arasında nüfuz kazanmasını önlemeğe çalışıyor, idaresi altındaki Çin topraklarında bile, Budistlerin dini faaliyetlerini kontrol ediyordu. Tapınaklarda âyinler dışında din propagandasını yasaklayan bir emirname çıkarmış (438) ve 446’da emre riayet etmeyenlerin şiddetle takibini emretmişti. T’ai-wu’nun Türk bünyesini ve seciyesini, Budizm’in bozucu tesirinden korumak maksadını güden bu tutumunun manâ ve değeri, daha sonra anlaşıldı.
Tedbirlerin ehemmiyetini fark edemeyen halefleri zamanında, hattâ Budizm’in himayesi cihetine gidildi. İmparator Siun (452-465) ile gelişmeğe başlayan bu durum, daha sonra büsbütün hızlanarak, Tabgaç topluluğunun Çinlileşmesine zemin hazırladı. 493’te, başkenti, bozkır bölgesinden eski Çin merkezi Lo-yang’a nakleden İmparator Hong (471-499), Türk töresine karşı ağırlık verdiği soysuzlaşmayı, 495 yılında Türk örf, adet ve geleneklerini, Tabgaç dilini ve hattâ yazışmalarda Türkçe tabirlerin kullanılmasını yasaklamakla tamamladı.
Buna karşı çeyrek asır kadar devam eden tepkiler, bastırıldı. Kiao’dan (499-517) sonra idareyi devralan imparatoriçe Hu (ölm. 528), Budizm’e o kadar düşkün idi ki, yabancı memleketlerdeki “dindaşları” ile de ilgileniyordu. 520’ye doğru Hindistan’da Ak Hun İmparatorluğu hükümdarı Mihiragula’yı ziyaret ettiğini gördüğümüz Çinli Budist rahip, bu kraliçenin arzusu ile seyahat ediyordu. Tabiatıyla, Tabgaç iktidarı da gittikçe gücünden kaybetmekte idi. Devlet, 535’e doğru Kuzey (Tai’de) ve Batı (Cha’ang-an’da) Weileri adı ile ikiye ayrıldı ve aralarında mücadele başladı. Kısa zaman sonra, bütün arazileri, Çinli hanedanlara intikal etti (550-556).
Aslında Türkçe olup, “ulu, muhterem, saygıdeğer” manâsını ifade eden Tabgaç tabiri, bazı Karahanlı hükümdarları tarafından unvan olarak (Tafgaç, Tamgaç) kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un, Türklerden bir bölük olduğunu kaydettiği Tabgaçlar, Çin yıllıklarına göre Asya Hunları’ndan bir kısımdır. Sülalenin resmî tarihinde (Wei-shu) de Mete Han, eski T’o-ba (Tabgaç) hükümdarı olarak gösterilmiştir.
Ayrıca Tabgaçların örf-adet ve geleneklerinden çoğu; Kurt efsanesi, mağara, dağ, orman kültleri, göç efsanesi vb. Türklerle ilgili bulunduğu gibi, dillerinin de Türkçe olduğunu ortaya koyan deliler vardır: Bitegçin (Bitikçi, kâtip, hariciye nazırı), kapugçin (kapıcı, hacib), atlaçın (atlı, süvari birliği), tabagaçın (yaya, piyade birliği), kurakçın (koruyucu, muhafız kıtaları), yamçın (posta sürücüsü), aşçın (aşçı, matbahçı başı), törü (kanun töre) vb. Çin kaynaklarında geçen bu kelime ve tabirler, aynı zamanda, Tabgaçların devlet idaresi ve ordu kuruluşları hakkında da bilgi verir durumdadır.
Bununla beraber, bu Türk devletinde, oldukça büyük ölçüde, Moğolların da yer aldığı anlaşılıyor. Araştırmalarda, Tabgaçlara bağlı kabilelerden, kimlikleri tespit edilebilenlerin yarısından fazlasının Moğol menşeli olduğu neticesine varılmıştır. Ancak Moğollar, diğer Çinli halk ile birlikte şüphesiz tebaa durumundadır.
Çinli’lerin “Wei” adını verdikleri bu sülalenin kurucusu olarak bilinen Şa-mo Han’dan itibaren, 70 yıl kadar uğraşarak Ta-t’ong bölgesindeki mahalli hükümetçikleri idareleri altına alan Tabgaçların, büyük devlet halinde gelişmesi Kuei zamanında (385-409), verimli topraklara sahip Doğu Çin’in Hsien-pi’lerden (Siyenpi) zapt edilmesi ile (409) olmuştur. Başkenti P’ing-Ç’eng şehri (kuzey Şan-si’de Tai bölgesinde) olan devlet, bir yandan Pekin yakınlarına, bir yandan Huang-ho nehri dirseğinin güneyine kadar uzanmıştı.
Kuzey istikametinde, kudretli bir siyasî teşekkül halinde beliren H’yen-bi’lerin (Hsien-pi) varisi, Moğol menşeli, Juan-Juan’lar yüzünden, ciddî bir genişleme olamıyordu. İki devlet arasında, bazen çok şiddetli mücadele, 150 yıl kadar sürmüştür.
Hükümdar Sseu’den (409-423) sonra, Çin’in başkentleri Lo-yang ve Cha’ang-an’ı (bugün Si-gan-fu) ele geçirerek, hakimiyetini Sarı Irmak bölgesine yayan ve bütün Kuzey Çin’i tek idarede birleştiren büyük hükümdar T’a-o (T’ai-wu) devrinde (424-452), Tabgaç Devleti, en parlak çağını yaşadı.
427’de Hun Hia krallığını alan ve Juan-juan’ları mağlup ederek, bugünkü İç Moğolistan’ı istila eden (436) T’ai-wu, 439’da Kansu’daki son Hun Krallığını (Pei-Liang) ortadan kaldırdıktan sonra, İç Asya’ya yönelerek Karaşar, Kuça şehirlerini himayesine bağladı (448). Böylece, ünlü ipek yolu güzergâhı, tekrar Türk hakimiyetine girmiş oldu. T’ai-wu, Çin askerinin “taydan ve düveden farksız” olduğunu söylüyor ve kendisi “Börü” (= Kurt, Çince şekli Fo-li) lakabını taşıyordu.
İmparatorluk merkezini, Türk hayat şartlarına oldukça uygun gelen bozkır bölgesinde (kuzey Şan-si) tutan T’ai-wu, o sıralarda Çin’de yayılmakta olan Budizm’in, Türkler arasında nüfuz kazanmasını önlemeğe çalışıyor, idaresi altındaki Çin topraklarında bile, Budistlerin dini faaliyetlerini kontrol ediyordu. Tapınaklarda âyinler dışında din propagandasını yasaklayan bir emirname çıkarmış (438) ve 446’da emre riayet etmeyenlerin şiddetle takibini emretmişti. T’ai-wu’nun Türk bünyesini ve seciyesini, Budizm’in bozucu tesirinden korumak maksadını güden bu tutumunun manâ ve değeri, daha sonra anlaşıldı.
Tedbirlerin ehemmiyetini fark edemeyen halefleri zamanında, hattâ Budizm’in himayesi cihetine gidildi. İmparator Siun (452-465) ile gelişmeğe başlayan bu durum, daha sonra büsbütün hızlanarak, Tabgaç topluluğunun Çinlileşmesine zemin hazırladı. 493’te, başkenti, bozkır bölgesinden eski Çin merkezi Lo-yang’a nakleden İmparator Hong (471-499), Türk töresine karşı ağırlık verdiği soysuzlaşmayı, 495 yılında Türk örf, adet ve geleneklerini, Tabgaç dilini ve hattâ yazışmalarda Türkçe tabirlerin kullanılmasını yasaklamakla tamamladı.
Buna karşı çeyrek asır kadar devam eden tepkiler, bastırıldı. Kiao’dan (499-517) sonra idareyi devralan imparatoriçe Hu (ölm. 528), Budizm’e o kadar düşkün idi ki, yabancı memleketlerdeki “dindaşları” ile de ilgileniyordu. 520’ye doğru Hindistan’da Ak Hun İmparatorluğu hükümdarı Mihiragula’yı ziyaret ettiğini gördüğümüz Çinli Budist rahip, bu kraliçenin arzusu ile seyahat ediyordu. Tabiatıyla, Tabgaç iktidarı da gittikçe gücünden kaybetmekte idi. Devlet, 535’e doğru Kuzey (Tai’de) ve Batı (Cha’ang-an’da) Weileri adı ile ikiye ayrıldı ve aralarında mücadele başladı. Kısa zaman sonra, bütün arazileri, Çinli hanedanlara intikal etti (550-556).
20 Haziran 2007 Çarşamba
İlk Türk Devletlerinde Din ve Ekonomik Hayat
DİN VE İNANIŞ:
İslam öncesi Türklerin din ve inanışlarını şu 4 grupta toplayabiliriz:
1- Tabiat Kuvvetlerine İnanma: Dağ,ağaç, göl, kaya gibi varlıkların gizi güçlere sahip olduklarına
inanırlardı.
2- Atalar Kültü: Ölmüş büyüklere ve atalara ait hatıralar kutsal sayılır ve saygı gösterilirdi.
3- Şamanizm: Kam veya Şaman adı verilen kişilerin, kötü veya iyi ruhlarla temas sağladıklarını
inanılarak, bunların büyücülük ve sihir özelliklerine başvururlardı. Şaman inançları
Anadolu'da hala varlığını sürdürmektedir. Örneğin; Gelinlerin üzerine buğday veya para
atmak, Eşikten atlamanın uğursuz kabul edilmesi, kurşun dökmek gibi...
4- Göktanrı Dini: Türklerin İslamiyetten önceki dini Göktanrı diniydi. Bu dine göre Türkler;
* Tek bir Tanrının evreni yarattığına ve gökte oturduğuna inanıyorlardı.
* Öldükten sonra dirileceklerine inandıklarından, ölülerini atı,eşyaları ve silahıyla birlikte
gömüyorlardı.
* Cennet'e UÇMAĞ, cehenneme ise TAMU diyorlardı.
* Mezarlara ölünün,sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar BALBAL adı verilen küçük heykeller
dikerlerdi. İnanışa göre, yeniden dirilecek kişi atıyla cennete gidecek, ve öldürdüğü
düşmanlar sonraki yaşamında ona hizmet edeceklerdir.
* Ölüleri içöin YOĞ adı verilen cenaze törenleri yapar, ve ardından yas tutarlardı.
Türkler arasında ayrıca Maniheizm(Mani dini), Budizm, Musevilik, Hırıstiyanlık gibi dinlerde
yayılmıştı.
6)- EKONOMİK HAYAT:
Göçebe bir hayat yaşayan Türkler belirli iki merkez arasında (yaylak-kışlak)
hayatlarını sürdürürlerdi.
* Hayvancılık temel geçim kaynağıydı. Koyun, keçi, at en çok beslenen hayvanlardı. Bunun dışında
sığır, katır ve deve de yetiştirilirdi. Beslenme ve giyimde hayvan ürünlerinden yararlanır ve
bunları satarak geçimlerini sağlarlardı.
* Tarım da gelişmişti. Arpa, buğday, darı gibi tahılları yetiştiriyorlardı.
* Savaşlarda elde edilen ganimetler ve devletlerden alınan vergiler gelir kaynaklarıydı.
* Ticaret önemli bir gelir kaynağıydı. Türk ülkeleri İPEK YOLU üzerindeydi.
NOT: Çin-Türk mücadelesinin temel nedeni İpek Yoluna hakim olmaktı.
* Ayrıca Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp, Ural, Sibirya ve Altaylar üzerinden Çin'e giden yola
KÜRK YOLU deniliyordu. Türkler bu yolun üzerinde de olduklarından sanar, samur, kunduz, vaşak gibi
av hayvanlarının kürklerinin ticaretini yapıyorlardı.
Etiketler:
din,
göktanrı dini,
ilk türk devletleri,
inanış,
ipek yolu,
mani dini
İlk Türk Devletlerinde Ordu ve Hukuk
ORDU:
Türk Ordusunun başlıca özellikleri şunlardı:
a)- Türk ordusu ücretli değildi.
b)- Türk Ordusu daimiydi. (Kadın-erkek her an savaşa hazırdı.)
c)- Türk Ordusunun temeli ATLI askerlerden meydana geliyordu.
NOT: Türk ordu teşkilatını ilk kuran METE HAN olmuştur. Mete Orduyu 10'luk sisteme göre
teşkilatlandırmıştı. Onluk sistem daha sonra tüm Türk devletlerinde kullanılmıştır.
(Türk ordusu; Çin, Roma,Bizans, Rus ve Moğol Ordu teşkilatı üzerinde etkili olmuştur.)
Türk Ordusunu Silahları: Ok, yay, kement, kılıç, kargı, süngü, kalkan vb...
HUKUK:
Türklerde yazılı olmamakla beraber, gelişmiş bir hukuk anlayışı vardı. Bu hukuk kurallarına
TÖRE(Türe) denilirdi.
Hükümdarın başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye YARGU adı verilirdi.
YARGANLAR(Yargucu) idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakarlardı.
Etiketler:
hukuk,
ilk türk devletleri,
ordu,
töre,
türk devletleri,
yargu
19 Haziran 2007 Salı
İlk Türk Devletlerinde Toplum Yapısı
Türk toplumu; Oguş : Aile
Urug :Soy=Aileler birliği
Bod(Boy) :Kabileler
Budun : Millet denilen birimlerden oluşuyordu.
Boyların başında bulunan BEY'ler, töreye göre boyu idare ederlerdi. Boyların bir araya gelmesiyle
Devlet(İL) kurulurdu.
Türk Toplumunun Özellikleri:
Halk hürdü. Herkes aynı işi yaptığından(hayvancılık) aralarında kesin
olarak SINIF'ların ortaya çıkması imkansızdı. Yaşam biçimleri GÖÇEBE
olduğundan savaşta elde ettikleri esirleri çalıştırmaya elverişli değildi.
Bu yüzden Türk toplumunda KÖLE sınıfı yoktu. Din adamları
diğer toplumlarda olduğu gibi imtiyazlı değillerdi.
İlk Türk Devletlerinde Kültür ve Medeniyet Devlet Yönetimi
1)- DEVLET YÖNETİMİ
A) DEVLET: İslamiyetten önce Türkler devlete İL veya EL demişlerdir.
Hükümdarların Ünvanları: Türkler Hükümdarlarına Şanyü,Tanhu, Hakan, Han, Yabgu, İlteber, İdi-kut,
Erkin gibi ünvanlar vermişledir.
Türk Hükümdarlarının Tahta Çıkışı Tarih Boyunca Kaç Değişik Şekilde Meydana Gelmiştir?
1- Hanedan üyeleri arasında siyasi ve askeri mücadeleyi kazanan hükümdar olarak tahta
çıkıyordu. (En sık rastlanan durum)
2- Hükümdarın rakipsiz aday olması(Bu durumda taht kavgası olmadan başa geçiyordu.)
3- Seçim Usulü (Kengeş, toy veya kurultay denilen devletin ileri gelenlerinden oluşan meclisin
toplanarak hanedan üyelerinden birini tahta geçirmesi.
4)-Ekber ve Erşed(En yaşlı ve Olgun) olanın başa geçmesi. (Bu yöntem III. Ahmet zamanından
itibaren sadece Osmanlı Devletinde uygulanmıştır.
Kimler Türk Devletlerinde Hükümdar Olabilirdi?
Hanedandan olan bütün erkeklerin hükümdar olma hakları vardı. (Kardeşler, kardeş çocukları, amca,
amca çocukları ve diğer hanedan üyeleri.)
Kut Anlayışı Nedir?
Türkler devleti yönetme yetkisinin TANRI tarafından verildiğine inanıyorlardı. Tanrı tarafından
verilen bu yönetme hakkına KUT diyorlardı.KUT'un kan yoluyla hükümdarın tüm erkek çocuklarına
geçtiğine inanıyorlardı.
Kut Anlayışı Türk Devletlerini Nasıl Etkilemiştir?
Bütün hanedan üyelerinde KUT olduğundan kendine siyasi ve askeri bakımdan güvenen kişi TAHT
KAVGASINA girebiliyordu. Bu durum Türk devletlerini ya iç savaş sonucu istkrarsızlığa, yada
bölünmeye götürüyordu.
NOT: Türk töresinde ana-babaya itaat esas olmasına rağmen, hükümdar bunun dışında tutulmuştur.
Devletin devamı için baba-oğul veya kardeşlerin birbirleriyle mücadelesi normal karşılanmıştır.
Çünkü bu sayede en güçlü ve en yetenekli kişi devletin başına geçecektir.
İkili Yönetim(Çifte Krallık) Nedir?
Türk Devletlerinde hükümdar yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi SOL(Doğu) ve SAĞ(Batı) olmak
üzere ikiye ayırırdı. Ortada (Merkezde) ise asıl hükümdar bulunurdu. Sağ ve Solda ise Hanedan
üyelerinden YABGU'lar bulunurdu.
Etiketler:
çifte krallık,
devlet yönetimi,
ikili yönetim,
ilk türk devletleri,
kut,
kültür,
medeniyet,
türk devletleri
17 Haziran 2007 Pazar
Karadeniz'in kuzeyinden Avrupaya yapılan TÜRK GÖÇLERİnin sonuçları
Avrupa Hunları, Bulgar, Avar, Macar, Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin Avrupa'ya yaptığı göçler olumlu
sonuçlar getirmedi. Bu Türkler Avrupa'daki diğer halklar arasında silinip gittiler.
SEBEPLER:
1)- Hırıstiyanlık dinine girmeleri, onları Türklük özelliklerinden ayırdı.
2)- Anayurttan gelen göçlerle beslenemediler, bu yüzden kalabalık Slav toplulukları içinde milli
benliklerini kaybederek eridiler.
Etiketler:
avarlar,
avrupa hunları,
bulgarlar,
göçler,
macarlar,
peçenekler,
türk göçleri,
uz türkleri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)